Türkçe English

Bir Delinin Ayak İzleri

Apartman yüksekti. Kapıları tahta. Pencereden sarkan asmalar solmuş. Soğuktu dışarısı. Karanlıktı. Çok köpek vardı havlayan. Korktum. İki adam yürüyordu gecenin bir vakti. Gözlerini göremedim…

Apartman yüksekti. Yerse yakın. Yukarısı soğuk. Ötesi yoktu. Rüzgar vardı. Huzurlu. Ay vardı. Parlak. Ağaçlar vardı. Yeşil.

Bir ışık yandı. Kadındı perdenin arkasındaki. Çıplak. Göğüslerini göremedim… Şarkı söylüyordu. Yok, mırıldanıyordu. Pencereyi açtı. Bana baktı. Göremedi. Seviyordum o kadını. Deliydim. Biliyordu…

Sabaha kadar bekledim aşağıda. O ise görmedi, görmedi işte. Salak. Görmek istemedi ki. Görmek istemedi bile. Halbuki mavi pantolonumu giymiştim bugün, ütülüydü. Üstümde ise pembe gömleğim vardı. Kravat bile takmıştım. Babamdan kalan. Yeşil üzeri sarı çizgili. Bakmadı. Bakmadı bile salak… Baktım, baktım ona saatlerce baktım. Baktım o aptal, bana hep tercih ettiği o aptal, karanlık odasına. Görmedi bile. Elimde bir demet çiçek. Kolay mı topladım onları. Tam yirmi beş tane. Hiçbirisi aynı renkte değil. Görmedi bile. Bakmadı ki. Salak. Soldular işte, soldu çiçeklerim, canım çiçeklerim…

Halbuki sadece gözlerime baksın istemiştim, o tatlı, sıcak, ela gözleriyle gözlerime. Birazcık ısıtsın istemiştim içimi. Görmek istemiştim gözlerini. O güzel, canım gözlerini. Anlardım beni sevdiğini, anlardım beni ne çok ne çok sevdiğini. Ne olurdu, ne kaybederdi ki baksaydı bana, görseydi gözlerimi, ben de onun gözlerini…

Taşlar ağırdı. İp ise kalın, sert. Ayağımı sıkıyordu. Deniz ise derin, soğuk ve dalgalı.

Sahil kumu yumuşaktı. Islaktı. Basınca ayağının izi çıkıyordu. Sonra dalga gelip yok ediyordu. Fazla sürmüyordu hayatı dünyadaki ayak izlerimin. Ölüyorlardı birer birer. Yumuşak, hissiz birer dalga ile.

Çocuklar vardı sokakta. Sevimli, küçük çocuklar vardı. Bana bakıyorlardı. Bana gülümsüyorlardı. Ne şeker şeydiler. Biri gözlerime bakıyordu. Yaklaşıyordu. Diğerleri herhalde beni oyunlarına çağırıyorlardı. Canım beş altı, küçük, şeker, tatlı çocuklar. O sarı saçlı yaklaştı. Başını okşamak istedim. Sopamı aldı. Diğerleri etrafımda dönüyorlardı. Ne güzel beni oyunlarına almışlardı. Biri entarimi çekiyor, kaçıyordu. O da çok akıllı bir çocuktu. Gözlerinden belli, çok da neşeli. Hep gülüyordu. Bu oyunu akşama kadar oynadık. Çok eğlendik.

Müzik, harika bir melodi. Bir piyano sesi. Keman da var. Hayır bütün bir orkestra. Ne güzel! Ne kadar güzel! Duyuyor musunuz? Duymalısınız. Siz de duyun. Niye duymuyorsunuz? Bunu nasıl duymazsınız? Ne olur siz de duyun, lütfen duyun…

Bu koku, bu onun kokusuydu. Bu onun sokağı, bu da onun odasıydı. Işık yanıyordu. İçerden geliyordu bu koku. Yine sürmüştü bu kokuyu. Biliyorum yine… Mozart çalıyordu içerde. Wolfgang Amadeus Mozart. Biliyorum yine… Evin tüm ışıkları yanıyordu. Telaşlıydı. Hazırlıklı. Biliyorum, yine…

Sabaha kadar duydum o sesleri. Onun canını acıtıyordu. Pis abam. Önce soyuyordu. Sonra, sonra sabaha kadar canını acıtıyordu. Onu öldürmek istemiştim. Biliyordum onu öldürecekti. Kapıda bekledim. Sabah çıktı dışarı, o adam. Beni itti. Düştüm. Yapamadım.

O adamı hep öldürmek istedim. Gebertmek istedim o adi, leş kargası, pis sakallı, şeytan suratlı, aşağılık herifi. Ona bir kadına nasıl davranması gerektiğini öğretmek istedim. Sonra öldürmek. O herife özür diletmek istedim ondan tüm yaptıkları için…

Aaah! Canım acıyor. Duymak istemiyorum. Kapatın, susturun şu sesi. Kapatın dedim. Sağır mı edeceksiniz beni. Canım acıyor…

Bugün bir kaplumbağa gördüm. Korkak. Hemen korktu benden. Kafasını sakladı. Onu çok sevdim. Bana bir şeyler hatırlatıyordu. Hatırlayamıyorum. Bugün bir kız çocuğu gördüm. Annesinin elinden tutmuştu. Canım bizim sokakta. Başında tokası vardı. Tombul yanaklı, iri gözlü. Gözleri, güzel gözleri vardı. Ona en değerli deniz kabuğumu verecektim. Korkak. Hemen korktu benden. Annesine sarıldı. Onu çok sevdim. Bana bir şeyler hatırlatıyordu. Hatırlayamıyorum.

Yaşlı bir adam elinde bastonu, yürüyordu parkta. Parlak beyaz saçlı, gri pantolonlu yaşlı adam. Yüzünde çizgiler, sırtında kambur, gözlerinde, gözlerindeki… Bana “merhaba” dedi. Bana gülümsedi. Ertesi gün adam öldü, ölmüş. Adamda kalp varmış. Anlamıştım. Gözlerinden anlamıştım, gülümsemesinden, bu adamın kalbi varmış. Tüm gün buna güldüm, hep güldüm…

Akşama kadar dolaştım sokakta. Güldüm. Gelene geçene “merhaba” dedim. Onlara gülümsedim. Onları çok sevdim. Hep sevdiğimi söylemek istedim. Ama söyleyemedim. Bilmem, söyleyemedim. Ama şimdi bağırıyorum. “Seviyorum”, “Sizi çok seviyorum”, “Çoook seviyorum”.

Yine sokaktayım. Yine o koku. Yine o puslu karanlık. Yine aynı gürültü. Olamaz. Anne! Anne! Canım acıyor. O ev. Bir adam, o değil, ama bir arkadaşı olmalı. Olamaz yine onun canını acıtacak. Hayır, bu sefer acıtamayacak. Acıtamayacak.

O çıktı kapıdan, gördü adamı, beni, elimdeki bıçağı. Beni gördü, yerde gördü. Yapamamıştım yine. Gözlerime baktı. Beni aşağıladı. Bana gözleriyle öyle bir baktı. Hayır. Bana kötü baktı. Gözleriyle beni aşağıladı. Bana gözleriyle öyle kötü bir baktı. Sonra, sonra adamı içeri alıp, kapıyı kapattı.

Beni yanlış anladı. Müzik, hayır gürültü arttı. Arttı, arttıkça arttı. Duyamıyorum. Ne olur yardım edin, duyamıyorum.

Gözleri, gözlerini gördüm. Göremiyorum. Yardım edin göremiyorum. Başım ağrıyor. Çok ağrıyor. Başım çok ağrıyor…

O günden sonra onu, o sokakta, hiçbir yerde, hiçbir zaman gören olmadı. Ona ne olduğunu bilen bile. Belki deniz kenarında onun giysilerini saklayan çocuklar dışında. O ise sonsuz sandığı derin maviliklerde, kumsalda hiç iz bırakmadan, kayboldu. Sonsuzluğu arkasında bırakarak, bir “yok” oldu. Bir de defter bıraktı, nerede olduğunu kimsenin bilmediği…

“Artık dayanamıyorum. Sevdiğim, değer verdiğim her şey bana acı veriyor. İnandığım doğrular için harcadığım çaba her geçen gün benden bir şeyler daha koparıyor. Gücüm kalmadı. En kötüsü de kendime kızıyorum. Boş vermeyi bilemedim. Hep sevdim. Var olmanın elinde olan dayanılmaz hafifliğinin anlamını aradım, savaştım, uğraştım. Yenildim. Artık kendime de saygım kalmadı. İnsanlara yük olmaya, onları sıkmaya başladım. Benden kurtulmak istediklerini biliyorum. Kendimi temizlenmesi gereken bir pislik gibi hissediyorum. Ne bir kaplumbağa gibi sabırlı, ne de küçük bir kız çocuğu gibi umut doluyum… Apartman çok yüksek. Yerse yakın. Burası soğuk…” diye bitiyordu yazı.

Arka sayfada ise,

“Hayat bir bisiklet gibidir. Ya pedal çevirirsin, ya da düşersin, ama düşmekten de korkmamak lazım, oraya oturup da düşmeyen yoktur. Herkes düşe kalka öğrenir bunu.” “Belki o zaman yakalarsın sonsuzluğu hiç korkmadan!” “bir dost” yazılıydı altında. Ama bakmamıştı gözlerine, tutmamıştı ellerini. O ise bu sayfayı hiç çevirmemişti ki…


Dr. Koray Karabekiroğlu


En iyi 1024x768 çözünürlükte görüntülenir... Türkçe Anasayfa English Home Page
Bu sitede yer alan yazıların her türlü yayın hakkı Dr. Koray Karabekiroğlu'na ait olup; kendisinden Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre yazılı izin alınmadan söz konusu yazıların herhangi bir bölümü veya tamamı iktibas edilemez veya herhangi bir usul ile çoğaltılamaz. Kaynak göstermek ve bilimsel kurallara riayet edilmek kaydı ile alıntı yapılması mümkündür.

Çocuk ve Hayat üzerine her şey için tıklayın

Web sitesi: Koray Karabekiroglu