Türkçe English

Ergenlikte Görülen Zihinsel Değişimler

Ergenlikte bilişsel işlevler nasıl gelişir?

Ergenlik döneminde düşünce yapısında beş temel değişim gözlenir (Keating, 2004):

1. Ergenlikte çocuklukta olduğu gibi sadece gerçek olanla değil, aynı zamanda olası olanla da ilgilenilir.

2. Soyut kavramlar (sistemler, ölüm ve sonrası, sevgi, estetik değerler vb.) daha iyi anlaşılır.

3. Düşünme üzerine düşünme daha çok görülmeye başlar. Düşünce ve duyguların daha çok farkına varılır.

4. Tek bir konuyla sınırlı kalmayıp, çeşitli alanlarla ilgilenmeye eğilim gösterirler.

5. Mutlak gerçeklik kavramının yerini görecelilik alır.

Bilişsel işlevler bilginin zihne alınması, zihinde işlenmesi ve ortama ve duruma uygun yanıtlara dönüştürülmesi süreçlerini ifade eder (Bjorklund, 1999). Bilgi çok çeşitli formlarda olabilir ve çok farklı yollardan zihne ulaşabilir. Bilişsel işlevler terimi gelişim uzmanları tarafından temel olarak öğrenme, dil, bellek ve neden-sonuç ilişkisi kurma işlevlerini ifade etmek için kullanılır (Byrnes, 2003). İnsan türü diğer canlı türlerinden farklı olarak bilişsel süreçlerinin önemli bir bölümünün farkındadır. Bilişsel süreçleri denetleyen ve düzenleyen üstdüzey işlemlere de üstbiliş (metakognisyon) denir.

Bilgi uzun süreli bellekte üç farklı formda depolanır (Byrnes, 2003):

1. Dekleratif bilgi: Somut ve değişmez birtakım gerçekler dekleratif bilgi olarak nitelendirilir. (Örneğin, Fransa’nın başkentinin Paris olması, üç kere ikinin altı etmesi gibi.)

2. Prosedürel bilgi: Prosedürel bilgi ise bir şeyin/durumun nasıl olduğunu tanımlayan bilgidir. (Örneğin, gitar çalmak, bisiklete binmek, bölme işlemi yapmak gibi.)

3. Kavramsal bilgi: Kavramsal bilgi ise bir şeyin/durumun neden/niçin olduğunu ifade eden bilgidir. (Örneğin, niçin düzenli olarak banyo yapmak gerektiğini, kırmızı ışıkta niçin beklemek gerektiğini bilmek gibi.)

Farklı bilgi türleri farklı beyin bölgelerinin işlevleriyle öğrenilir ve farklı alanlarda saklanır. Örneğin dekleratif bilgi duyu organları (göz, kulak, vb.) kanalıyla öncelikle orta beyinde talamus olarak adlandırılan bölgeye ulaşır. Talamus koku dışında tüm duyusal bilgilerin uğrak yeridir. Talamus bilgiyi kestirme yolla önce duyguların belleği olan amigdala isimli diğer bir beyin bölgesine iletir. Bilginin tehlike riskini önceki bilgilere dayanarak, ya da genetik yapısına bağlı olarak değerlendiren amigdala yeni bilginin tehlikeli unsurlar içerdiği sonucunu çıkarırsa alarm reaksiyonunu ateşler. Bu durumda beden tehlikeye karşı kendini savunmak için ya tümüyle savunma ve kaçma, ya da tehlikeyle savaşma konumu alır. Dikkat ve odaklanma neredeyse tümüyle tehlike içeren bilgiye kilitlenir. Talamus kestirme yolla bilgiyi amigdalaya ilettiği gibi aynı zamanda beyin kabuğuna (kortekse) da iletir. Beyin kabuğu bilginin niteliğini, niceliğini, içeriğini çok daha ayrıntılı olarak değerlendirir. Bu süreçte bellekte yer alan bilgiler ve türe ya da kişiye özgü genetik yapı da rol oynar.

Beyin kabuğunda yapılan işlemin bir kısmı bilinç düzeyindedir ve kişi farkında olarak bu işleme belirli bir ölçüde müdahale edebilir. Özelleşmiş beyin kabuğu bölgesi daha sonra ulaştığı sonuca göre öğrenme sürecinde aktif rolü olan bir diğer beyin bölgesi olan hipokampusa bir mesaj iletir. Bu mesajda özellikle bilginin anlam ve önemi belirtilmektedir. Yeni (daha önceden var olandan farklı) ve ödül getireceği düşünülen bilginin varlığında beyin kabuğu aynı zamanda orta beyinde yer alan ödül merkezine de mesaj gönderir. Ödül merkezi bu mesajı hipokampusa ileterek hipokampustaki uyarının şiddetini artırır ve hipokampus bu bilginin üst merkezlere geçişine izin verir. Eğer hipokampus bu geçiş iznini vermezse kısa süreli olarak bu bilginin farkında olunmasına karşın bilginin uzun süreli belleğe depolanması yetersiz kalır. Hipokampus aynı zamanda amigdalaya da elde ettiği sonucu iletir ve amigdalanın verdiği tepkinin artmasına ya da sönmesine yardımcı olur.

Bilginin belleğe depolanma sürecinde rol alan bu merkezlerin işlevleri öğrenme sürecini belirler. Öğrenme sürecini ayrıca şu değişkenler de etkiler:

  • Bilgi ile ilişkili önceden depolanmış diğer bilgilerin miktarı,

  • depolandığı bölgedeki bilgi ile ilişkili bağlamsal (ortam ve durumla ilişkili) bilgi miktarı,

  • bu bilgilerin anlamlı ve tutarlı bir bütün oluşturup oluşturmaması ve

  • doğru bir şekilde kaydedilmiş olup olmaması

    Bilginin anlam ve önemini belirleyen ve özellikle bu sayılan işlevleri yerine getirmesi gereken önbeyin bölgesinin kabuğunun işlevlerine aynı zamanda yürütücü işlevler de denilmektedir. Yürütücü işlevler zeka düzeyi ile paralel bir performans gösterir. Psikoterapilerin önemli bir bölümü bu bölgelerin geliştirilmesini amaçlar. Öte yandan, bilgi işleme sürecinde üst merkezlerin geribildirimlerinden ve süpervizyonundan yararlanan hipokampus, amigdala, nükleus akumbens gibi bölgelerin de yeterli düzeyde işlem becerisine sahip olması gereklidir. Amigdalanın uygunsuz ya da gereğinden fazla aktif olması tehlike sinyalinin ve alarm reaksiyonun şiddetlenmesine yol açabilir. Bu durum klinikte kaygı bozukluklarının altında yatan mekanizmayı işaret eder. Amigdalanın belirli bir ölçüde tehlike sinyali vermesi ve buna bağlı olarak gözlenen kaygı öğrenme sürecinde gereklidir. Bilgiye odaklanmayı artıracaktır.

    Özellikle kaygı düzeyi az olan, tehlikeyi gereğinden düşük algılayan bireylerde amigdalanın aktivasyonunu artıracak yöntemler (ör, ceza vb. tehlike sinyali) bir ölçüde gerekli olabilir. Aksine kaygı düzeyi yüksek bireylerde amigdalanın aşırı aktivasyonunu düşürmek öğrenmeyi kolaylaştırmak için gerekli olabilir. Hipokampus işlevleri yetersiz bireylerde de bilginin bağlamı uygun bir şekilde değerlendirilemeyebilir ve depolanmak üzere yukarı merkezlere aktarılan bilgi eksik ya da taraflı olabilir. Depresyonda hipokampus işlevlerinde dönemsel bir aksama olur ve bu nedenle öğrenme sorunları ortaya çıkabilir. Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) geliştiren bireylerde aynı travmaya maruz kalan ve TSSB geliştirmeyen bireylere göre hipokampus işlevlerinin yetersiz olduğu ve bu nedenle bağlamın uygun şekilde işleme alınmaması nedeniyle travma ile ilgili anıların tutarsız ve taraflı olabildiği gösterilmiştir.

    Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan bireylerin önemli bir bölümünde ise ödül sistemlerinde işlev bozuklukları bulunmaktadır. Ödül sisteminin iyi çalışmaması yeni gelen bilginin anlamlı ve önemli görülmemesine yol açabilir. Bu nedenle bu bireyler daha anlamlı ve daha önemli buldukları, daha kolaylıkla ödül sistemini uyaran alanlara odaklanabilirler. Örneğin, sigara ve madde bağımlılığı ile ödül merkezlerini daha fazla uyarmayı, riskli davranışlar edinerek amigdalayı ve lokus seruleus gibi tehlikeyle savaşmak üzere tasarlanmış beyin bölgelerini aktifleştirmeyi, ya da yeni ve daha fazla ilgi çekici alanlara kayarak hipokampusu daha fazla uyarmayı keşfedebilirler. Ancak bu tür yöntemler işlevsel olmayan telafi yollarıdır ve sürdürülebilir ve verimli bir öğrenme altyapısı sağlamazlar. Bilişsel işlevler arasında en çok çalışılan işlevlerden biri “neden-sonuç ilişkisi kurma becerisi” gelişimidir. Çocuklarda yukarıda sayılan farklı bilgi türlerinin edinimi yaşla birlikte artar. İlkokul dördüncü sınıf öğrencisi aritmetikle ilişkili temel kavramları bilir ve basit problemleri çözmede kendi kendine yöntemler geliştirebilir ya da öğretilen formülleri yeni problemlere uyarlayabilir. Ancak kullandığı yöntemler büyük oranda belirli bir şablon üzerine oturtulmuş ya da ezberlenmiştir. Bu nedenle problem çözme stratejisini basit bir dille ifade edebilir ve başkalarına analitik bir dille anlatmakta zorlanır. Bir lise öğrencisi ise o problemi çözerken kullandığı yöntemleri ek yöntemlerle de geliştirir. Tablo ve grafik kullanarak analojiler oluşturabilir, yöntemi başkalarına da tutarlı ve anlaşılır bir dille öğretebilir. Benzer şekilde ilkokul üçüncü sınıftaki bir öğrenci difüzyon, limit gibi kavramları anlamakta zorlanır. Oysa soyut işlemler dönemine girmiş bir lise öğrencisi zihninde canlandırabilme ve üç boyutlu tasarımlar oluşturabilme yeteneğine sahiptir ve bu tür kavramları öğrenebilir.

    Çocukluktan ergenliğe geçiş sürecinde mantık önermeleri daha kolay kavranabilmektedir. Örneğin, şu iki önermeyi duyduğumuzda:

    (1) Ali ya da Ahmet okula bisikletle geldi.

    (2) Ahmet okula hiç bisikletle gelmedi.

    Ali’nin okula bisikletle gelmiş olduğu sonucunu çıkarırız.

    Diğer bir örnekte, şu üç önermeyi duyduğumuzda:

    (1) Ayşe Ahmet’ten 2 yaş büyüktür.

    (2) Ahmet Zeynep’ten büyüktür.

    (3) Zeynep 6 yaşındadır.

    Ayşe’nin 8 yaşından büyük olduğu sonucunu çıkarabiliriz.

    Bu önermelerin sayısı arttıkça mantık silsilesini takip edebilmek için yürütülmesi gereken zihinsel işlem sayısının artması gerekir. Yaş ilerledikçe bu becerilerde artış olur. Erken yaşlarda mantık önermelerinin en temel kavramları öğrenilir. Örneğin, “büyük-küçük”, “önce-sonra”, “eşitlik” gibi temel kavramlar, “kitlenin korunması”, “nesne sürekliliği” gibi temel kurallar okul öncesi yaşlarda öğrenilir. “Kesişme”, “kapsama”, “ayrıklık” gibi kavramlar ise ilkokul yıllarında kazanılır.

    Kazanılmış işlem şemasının geliştirilmesi prensibi ile temel işlevler daha yüksek düzey işlevlerin öğrenilmesine zemin hazırlar. Öğrenme sürecinde beceriler ardışık olarak kazanılır. Bir işlevde yeterli becerinin kazanılmaması o işlevi kullanacak olan daha kapsamlı diğer bir işlemin yapılmasını engeller. Öğrenme bozukluğu olan çocuklarda zihinde canlandırma becerileri yaşıtlarına göre yetersizdir ve önce-sonra, sağ-sol, büyük-küçük ayrımında zorlanabilirler. Bu temel kavramlardaki zorluklar daha karmaşık bir problemi çözmek gerektiğinde çocuğun zorlanmasına neden olur. Yeterli işlev gören beyin bölgelerinin desteği ile alternatif yollar aranır ve farklı çözüm yöntemleri geliştirilebilir. Örneğin, zihinde canlandırma becerileri yetersiz olduğundan, görsel materyallerin (ör, küpler, cetvel, çizim, vb.) kullanımı ile problemi daha anlaşılır hale getirebilirler.

    Öğrenme becerileri ve bilişsel işlevler hayatın hemen her alanında önemli bir yere sahiptir. Sadece akademik başarı için değil, sosyal kuralların öğrenilmesi, pratik ve pragmatik yöntemlerin keşfedilmesi, önceki deneyimlerin model alınarak yeniden denemeye gerek kalmaksızın uygun seçimlerin yapılabilmesi için de bilişsel işlevler kullanılır. Neden-sonuç ilişkisi doğru kurulabildiğinde bir durumun ortaya çıkmasını arttıran ya da azaltan faktörler daha doğru saptandığında, o durumu yeniden ortaya çıkarmak ya da o durumu engellemek daha kolay olacaktır. Bilimsel bilginin temelinde de bilişsel çarpıtmalardan, diğer bir deyişle öznel deneyimlerden ayrıştırılmış, farklı yer ve zamanlarda tekrarlanabilir neden-sonuç ilişkilerinin keşfedilmesi çabası yatar. Bilgi edinme sürecindeki öznel çarpıtmaların pek çok nedeni olabilir. Örneğin, yetersiz bilgi düzeyi, aşırı kaygı, uygun olmayan odaklanma, bağlama uygun olarak depolanmamış bilgi neden-sonuç ilişkisinin nesnellikten uzaklaşmasına ve kişiye özgü bir nitelik kazanmasına yol açacaktır.

    Karar verme süreçlerinde daha işlevsel, verimli, adaletli, yapıcı ve hakkaniyetli olabilmek için neden-sonuç ilişkisi kurma becerilerinin de olabildiğinde gelişmiş ve nesnel olması gerekir. Örneğin, bir cinayeti aydınlatması gereken bir polisin, bir hastalığın nedenini araştıran bir hekimin doğru sonuca ulaşabilmesi için doğru yöntemleri kullanması kaçınılmazdır. Burada alternatif hipotezlerin oluşturulması için yüksek bir bilgi ve deneyim düzeyi yararlı olur. Kaygı düzeyi ve tehdit algısı daha yüksek bir doktor daha tehlikeli ve ciddi olasılıklara yoğunlaşabilir ve gereksiz tetkikler isteyip, zahmetli girişimleri yapmak zorunda hissedebilir. Bu durumda enerjinin ve paranın israfı söz konusu olabilir. Kaynakların kısıtlı olduğu durumlarda bu yaklaşım gerçekten ihtiyacı olan pek çok hastanın ihmal edilmesine, daha az maliyetle çok daha fazla kişinin tedavi edilebileceği yöntemler için bile yeterli kaynak kalmamasına yol açabilir. Aksine, gerekli düzeyde bir kaygı taşımayan bir doktor ise bazı hastalıkların teşhisinde yetersiz kalabilecektir ve o hastalar için onarılması zor zararların gelişmesine istemeden de olsa neden olabilecektir. Dikkat becerileri yetersiz bir hekim ise tüm denklemin içinde yer alması gereken belirti ve bulguların bir kısmını ihmal edecek, bir kısmına ise gereğinden fazla odaklanabilecektir. Sonuç olarak da pek çok hastada teşhis ve tedavi hatası kaçınılmaz olacaktır.

    Bazı alanlarda bilginin öznel algısı ve neden-sonuç ilişkisinin çarpıtılması görece zararsız olabilir. Örneğin, sanatta ve yaratıcılıkta gerekli olan unsurlardan biri de bir nesne, durum ya da olaya farklı bir gözle bakabilmektir. Aslında, bilginin öznel algısı ve neden-sonuç ilişkisinin çarpıtılması bir tür psikolojik savunma biçimidir. Hemen herkes az ya da çok, bilerek ya da bilmeden bu çarpıtmaları uygular. Bazen nesnel gerçeklik katlanılması zor acıları da beraberinde getirir. Örneğin, sevdiğimiz birinin kaybında çoğumuz ilk tepki olarak bu durumu yok sayar, inkar eder, sanki olmamış gibi hissederiz. Bazen acı hissi o kadar katlanılmaz olur ki, kişi hiç bir duygu hissetmezcesine donuklaşır, tepkisizleşir. Pek çok durumda çok acı vermese de, bir çok neden-sonuç ilişkisini çarpıtırız. İhtiyaç hissettiğimiz nesnelere ya da durumlara ulaşmak adına, bazen hasar gören kendilik değerimizi yükseltebilmek için, çok sık da ölüm korkusuyla başa çıkmak için bazı gerçekleri hesaba katmayız, ya da diğerlerini olduğundan daha değerli algılarız. Ne olursa olsun, bir hekimin doğru teşhis koymasının önemi örneğinde olduğu gibi, nesnel bilgi ve deneyim, aktif zihinsel çaba ve gerçeğe odaklanma arzu edilen sonuca ulaşmada daha çok işe yarar.

    Karar verme süreci pek çok bilişsel işlevin birarada kullanılmasını gerektirir. Tüm canlılarda içsel ya da dışsal uyaran öncelikle duyu organlarıyla algılanır ve işleme alınır ya da bastırılır. İşleme alınan duyu girdileri diğer duyu girdileri ile eşzamanlı olarak işlenerek bir bütün olarak algılanır. Örneğin bir kişinin konuşmasını dinlerken onun sözlerini duyar, mimiklerini ve jestlerini görürüz. Aynı zamanda o yer ve zamana ait birtakım ek bilgileri de işleme sokarız. Örneğin bir kişiyi televizyondan izliyorsak farklı, karşımızda ise farklı bilgileri bilgi işleme sürecine dahil ederiz. Örneğin, o kişinin kokusu, boyu, saç şekli, ses tonu, giyim tarzı vb. diğer veriler de bilgiyi işleme sürecine farklı anlamlar katar. Bazen bilgiye tek bir duyu organıyla ulaşırız. Örneğin bir kitaptan okuyabiliriz, ya da radyodan dinleyebiliriz. Bu durumda da söz konusu bilgi girdileriyle ilişkili verileri belleğimizden çağırır ve uygun eşlemeler yaparız. Bilginin pek çok duyu organıyla aynı anda işlenmesi, bilginin önemli olması (örneğin, yeni olması, arkasından ödül veya ceza gelebileceğine dair ipucu taşıması), dikkatimizin ve duygudurumumuzun öğrenmeyi engellemeyecek düzeyde olması gibi etkenler bilginin işleme alınmasını kolaylaştırır.

    İşleme alınan bilgi daha önceki bilgilerle karşılaştırılır ve mevcut bilgilerle olan tutarsızlıkları ya da benzerlikleri kaydedilir. Bu kayıtta beyin hücreleri arasında bağlantı oluşturulması (sinaps oluşumu) temel yöntemdir. Bu yeni oluşumda ortaya çıkan benzerlikler daha sonraki bilgi girişleri ile yinelenirse bu bağlantılar daha kuvvetli olur. Benzerliği destekleyen girdilerin zamanla azalması bu bağlantıların zamanla zayıflamasına yol açar. Öte yandan, yeni bilgi girdisiyle ortaya çıkan tutarsızlıklar yeni hipotezlerin oluşmasına yol açar. Bir bütün olarak çalışan bir işletim sistemi olan beyin tutarsızlıklara ve karşıtlıkların birarada bulunmasına tahammül edemez ve yeni gelişen hipotezlerini test etme arzusu içine girer.

    Örneğin, “Tüm köpekler sadıktır.” şeklinde güçlü bir varsayımı olan bir kimse, bir köpeğin ölen sahibini yediği ile ilgili bir haber okuduğunda yeni birçok hipotez geliştirir. Örneğin, şu hipotezler ön plana çıkabilir:

  • Köpekler demek ki sadık hayvan değilmiş.

  • Bazı köpekler sadıktır bazı köpekler sadık değildir.

  • Bu haber doğru bir haber değildir.

  • Köpekler aslında gerçekten sadıktır. Bu haberdeki köpek canını kurtarmak zorunda kaldığından bu davranışı yapmıştır. İstisnalar kuralı bozmaz.

  • Köpeklerin pek çok farklı cinsi var. Acaba hangi cins bir köpekti? Bazı köpek cinsleri sadık olmayabilir.

  • Acaba sahibi ona nasıl davranmıştı da, köpek böyle bir davranışta bulundu? Büyük bir olasılıkla sahibi ona çok kötü davranıyordu.

    Bu hipotezlerin sayısı artırılabilir. Önceki bilgi ve deneyimlerinden yola çıkarak bu hipotezlerin gerçek olma olasılığını test eder. Bu işlemlerin büyük bir kısmı bilinç dışında gerçekleşir. Örneğin, daha önce bir köpek tarafından ısırılmışsa köpeklerin sadık olmadığı inancına daha kolay yönelir. Daha önce köpeklerle ilgili bilimsel bilgi düzeyi yüksekse, köpeğin cinsi hakkında yeni bir varsayımda bulunur ve o önermeye daha çok inanır. Bu yeni bilginin önemine göre kişi bilgiyi daha fazla bilinç düzeyinde işlemler, gerekli gördüğünde daha fazla kaynağa başvurur. Zamanla hipotezlerden bir tanesi öne çıkar ve karar alma sürecine girilir. Örneğin, köpeklerden uzak durması düşüncesi güçlenebilir. Köpeklerle ilgili daha fazla okuması, bilgi edinmesi gerektiği sonucuna ulaşabilir. Her bir karar da kişiyi yeni bir duruma yönlendirir.

    Yukarıdaki örnekten de anlaşılacağı gibi, bilgiyi işleme ve bir karara dönüştürme sürecinde pek çok işlem yer alır. Çocukluktan erişkinliğe doğru değişen gencin bilgi işleme becerileri artar, bilgi ve deneyim belleği genişler ve daha fazla alternatif hipotez geliştirir, bu hipotezlerini daha ayrıntılı bir şekilde sınar ve daha verimli, gerçekçi kararlar alabilir.

    Karar alma sürecini doğrudan etkileyen bir diğer etken de amaçlar ve hedeflerdir. Amaçlar ve hedeflerin temel belirleyicileri de ihtiyaçlardır. Örneğin açken dikkatimiz gıdalara odaklanır, içsel ve dışsal uyaranları işleme sürecinde karar alma öncesi hipotezler belirlenirken gereksinimi karşılamaya yönelik bir taraflılık söz konusu olur. Besini hatırlatan bir koku, o koku uyaranını aç değilken algıladığımızdan daha farklı bir şekilde algılamamıza yol açar. Karar alırken de bu çarpıtılmış algının etkisinde kalarak, o besine yönelme eğilimi gösterebiliriz. Bu nedenle, karşılanmamış ihtiyaçları insanların kararlarını etkileyeceği için insanları muhtaç bırakan her türlü etken bir şekilde o insanların kararlarında da söz sahibi haline gelebilir. Dürtülerinin henüz yabancısı olan ve bu dürtülere uygun karşılıklar verme deneyimleri henüz yeterince gelişmemiş ergenin ihtiyaçlarının bağımlısı haline gelmesi daha kolay olabilir. Beğenilme, kabul görme, önemsenme gibi kişinin varoluşsal (kişinin var olduğunu hissetmesine yardımcı olacak) unsurlar gencin temel ihticaçlarındandır. Hal böyle olunca gence bu ihtiyaçlarını giderdiğine dair işaret veren her türlü etkene karşı genç daha fazla yönelir.

    İhtiyaçlarını bekletebilen, farklı yapıcı yöntemlerle bu ihtiyaçlarını elde etmeyi öğrenen, var olduğunu ve güçlü olduğunu hissettiren hedeflerle ihtiyaçlarını sağlıklı bir şekilde eşleyebilen gençler sağlıklı, üretken ve yapıcı bireyler olabilirler. Gencin ihtiyaçlarını karşılama yolunda keşfettiği yöntemlerin başarısı deneyimle artar. Erişkinlerin deneyimlerini uygun bir ortamda ve uygun bir yöntemle gençlerle paylaşması ve gencin deneyim yaşamasına bir ölçüde izin vermesi gencin daha doğru yöntemleri kullanmasına yardımcı olacaktır. Bazen alternatiflerin tükenmiş olduğu hissiyle tek bir seçeneğe mahkum olduğunu düşünen gence bir alternatif sunmak onun hayatını tümüyle değiştirebilir.

    Gencin karar alma becerisinin altyapısını oluşturan temel bilişsel işlevler de zamanla gelişir. Örneğin bellek, dikkat gibi alanlarda yaşanan sorunlar gencin arzu edilen esneklikte karar alma becerileri geliştirmesini geciktirebilir. Yaşından ve kendinden beklenenle uyumsuz bir görüntü sergileyebilir. Bu nedenle bazen gençlerin aslında çok kısa zaman önce bir çocuk oldukları unutulduğundan gencin yapabileceğinin üzerinde beklentiler alması onların özgüvenini ve motivasyon düzeyini olumsuz etkileyebilir. Özellikle erken yaşta ergenliğe giren ve hızlı bir fiziksel gelişme gösteren gençler karşılayamayacakları düzeydeki beklentilerin yükü altına girebilirler.

    Kendi yaptıklarını, insanlar arasındaki konumunu dışarıdan bir gözle görebilme ve özdenetimini yapabilme becerisi orta ergenlik dönemlerinde kazanılmaya başlar. Diğer bireylerin kendisinden farklı düşünebileceği, olayları kendisinden farklı yorumlayabileceğinin farkına varır. Çocukluk çağında hemen herkesin kendisi gibi düşündüğünü düşünen, hatta daha küçük yaşlarda diğerlerinin kendi düşüncelerinin farkında olduğunu varsayan çocuk artık büyümüştür. Ona göre nesnel gerçeklik tek olsa da herkesin algısı ve tercihi farklı olabilir. Yani, aslında aklın yolu birdir, ama akıl akıldan da üstündür. Ancak her genç özdenetim ve empati becerilerinde farklı düzeylerde gelişim gösterir. Bazı bireylerin bu becerileri tüm yaşamı boyunca yeterli düzeye ulaşmayabilir.



    Ergenlikte beyin gelişimi nasıl olur?

  • Aslında ergenlik dönemi beyin gelişimi ile ilgili ilk olarak bir paradoks dikkati çeker. Fiziksel, sosyal ve psikolojik bir değişim ve başkalaşım dönemi olarak görülen ergenliğin oldukça hassas ve kırılgan bir dönem olduğu varsayılabilir. Ancak, pek çok gösterge ergenliğin aynı zamanda kişinin oldukça sağlıklı ve dayanıklı bir dönemi olduğuna işaret eder (Dahl, 2005). Çocukluk dönemi ile karşılaştırıldığında ergenlik döneminde:

  • Zihinsel işlevlerin hızı, gücü ve işlevselliği belirgin ölçüde artar.

  • Bağışıklık sistemi güçlenir.

  • Soğuk, sıcak, açlık, susuz kalma gibi stres etkenlerine dayanıklılık artar.

    Fakat ergenlikte ölüm riski çocukluğa göre 2-3 kat daha fazladır. Ölüm ya da sakat kalmanın en sık nedenleri arasında kazalar, intihar, cinayet, madde kullanımı, yeme bozuklukları ve riskli cinsel davranışlar sayılabilir. Tüm bu nedenlerin altında yatan temel etken “risk alma” ve “güçlü duyusal uyaran içeren durumlara daha fazla yönelme” davranışlarındaki artıştır. Bu değişimin altında yatan ise bu yaşlarda temel olarak hormonlara ve genetik yapıya bağlı olarak gelişen beyin değişimidir.

    Beyin değişimlerinin merkezinde ise hormonların salınımını da düzenleyen bir orta beyin bölgesi olan hipotalamusun işlevleri yer alır. Psikolojik değişimlerin altında yatan fizyolojik değişimlere örnek olarak, uyku-uyanıklık sistemindeki ve bu sistemin günlük döngüsündeki değişiklikler, duygudurum dengesini düzenleyen sistemlerdeki değişimler ve özellikle depresif duygudurumda artış, dürtü kontrol sistemlerinin bir süre yetersiz kalması akla gelebilir.

    Ergenliğin ilk dönemi olan erinlik döneminde hormon düzeyleri ve ikincil cinsiyet özelliklerinin gelişim düzeyi ile paralel olarak gözlenen psikososyal değişimlerden bazıları şunlardır:

  • romantik ilişkilere ilgi artar,

  • cinsel, erotik deneyimlere ilgi artar,

  • duyguların algısında yoğunlaşma olur,

  • uyku-uyanıklık sistemlerinde değişimler gözlenir (geç yatıp geç kalkmaya eğilim artar),

  • iştahta değişim olur (genellikle iştahta artış gözlenir),

  • duygudurum değişiklikleri artar, gün içinde dalgalanmalar şiddetlenir,

  • depresif duygudurumda artış olur,

  • risk alma artar,

  • yenilik arayışı artar,

  • ödüle, duyusal uyarana ilgi ve istek artar,

    Ancak bazı işlevlerdeki kazanımlar hormonel ve fiziksel gelişim düzeyine değil, yaşa ve deneyim düzeyine paralel olarak gerçekleşir. Bunlar arasında şu beceriler sayılabilir:

  • Neden-sonuç ilişkisi kurma, mantık becerileri,

  • Planlama becerileri,

  • Karar alma becerileri,

  • Dürtü kontrolü,

  • Sonuçları değerlendirme ve yeni anlamlar çıkarabilme becerileri



    Diğer gelişim dönemlerinden farklı olarak ergenlikte gözlenen beyin gelişimi beş temel özellik gösterir:

    1. Gelişim belirgin olarak özellikle ön beyin kabuğu (prefrontal kortekste) bölgesinde yoğunlaşır.

    2. Myelinizasyon (sinir hücrelerinin iletim hızını artıran bir kılıfla kaplanması) hızlanır.

    3. Özellikle ön beyin (prefrontal) bölgesinde olmak üzere sinir hücrelerinde budanma hızlanır.

    4. Erişkinlerden farklı olarak özellikle bir beyin bölgesinde (dorsolateral prefrontal kortekste) metabolizma yoğun olarak artar.

    5. Hücre çekirdeklerinin yer aldığı gri cevher hacmi görece olarak hücreler arası bağlantı liflerinin yer aldığı beyaz cevher hacmine göre daha az artış gösterir.

    Ön beyin (frontal lob) bölgesindeki hücre çekirdeklerinin bulunduğu hücre grupları 12 yaşına kadar artış gösterir ve daha sonra 12-14 yaşları arasında bu artış hızı yavaşlar ve 14 yaşından sonra bu yapıların hacminde azalma başlar ve yaşam boyu bu azalma sürer. Benzer değişimler üst-orta beyin (pariatel lob) bölgesinde de gözlenir. Öte yandan, yan beyin (temporal lob) bölgesinde ve toplam beyin hacmi artışında gözlenen duraklama ve düşüş daha geç gerçekleşir ve genç erişkinlik yaşlarında gerçekleşir. En son hacim düşüşünün gözlendiği yer beyinciktir (Dahl, 2005; Giedd ve ark, 1997).

    Beyin hacminde gözlenen bu düşüşün nedeni kullanılmayacak olan bölgelerin budanmasıdır. Budanma işlevindeki sorunlarla pek çok psikiyatrik bozukluk arasında ilişki olabileceği öngörülmektedir. Özellikle ergenliğin son evrelerinde başlayan şizofreni belirtilerinin temelinde sinir hücrelerinin budanması ile ilişkili genetik kökenli ve hücre düzeyinde gerçekleşen hastalık süreçlerinin rol oynadığı savunulmaktadır. Öte yandan, sözkonusu budanma işleminin bir dönemde ortaya çıkması o dönemdeki çevresel etkenlerin de bu süreci etkileme potansiyelini akla getirir. Bu dönemdeki yüksek düzey stresin var olan yatkınlığı tetikleyebileceği bilinmektedir. Ergenlikte gözlenen bilişsel işlevlerdeki artışın önemli bir bölümü sinir hücrelerinin myelin kılıfı ile sarılması (myelinizasyon) ile ilişkilidir. Geliştirilen beyin işlevleri ile ilişkili bağlantılar myelinize olurken, kullanılmayan bölgeler budanır.

    Ergenlikteki beyin değişimini inceleyen araştırmalarda elde edilen ilginç bulgulardan biri de ergenlik döneminde insan beyninde diğer maymun türlerine (primatlara) göre farklı değişimlerin görülmesidir. Örneğin, insanlarda neokorteks olarak adlandırılan en son gelişen beyin kabuğu bölgesi hacmindeki artış belirgin olarak daha fazladır, ön beynin bir parçası olan bölgedeki beyin kabuğunda (prefrontal kortekste) daha fazla kıvrımlanma olur (Rilling ve Insell, 1999). Öte yandan, neokortekste hücre çekirdeklerinin yoğun olduğu gri madde artışına göre hücreler arası iletişim liflerinin yer aldığı beyaz madde artışı daha belirgindir. Bu değişimler insanlarda özellikle neokorteks bölgesinde bağlantıların çok daha fazla yoğunlaştığını gösterir ve bu bağlantılar daha karmaşık işlevlerin gelişimini sağlar. Hem filogenetik hem de ontogenetik olarak insan beyninde en geç gelişen bölge ön beyin kabuğudur (prefrontal kortekstir, özellikle de dorsolateral prefrontal kortekstir) (Fuster, 2000). Bu değişimlerin özellikle ergenlik döneminde olması ergenlik döneminde eş zamanlı olarak gözlenen bilişsel gelişimlerin biyolojik temelini işaret eder.

    Ön beyin bölgeleri yüksek düzey üstbilişsel işlevlerden (örneğin, kendi kendini denetleme, uzun dönemli planlar yapma, öncelik tayini, ifadede ve anlamada açıklık, berraklık sağlama, uygun sosyal davranışlar geliştirme) sorumludur (Donald, 2001). Bu ön beyin bölgelerinde (dorsolateral prefrontal kortekste) oluşturulmuş olan hücreler arası koordinasyon ağının bellek unsurları ile eşzamanlı olarak işlenmesi ile davranış ve duyguların bilinçli farkındalığı ve kontrolü sağlanır (Donald, 2001). Ön beyin bölgesinin en önde yer alan kabuk bölgesindeki(prefrontal korteksteki) bu bağlantılar daha çok bilişsel işlevlerle ilişkili iken, özellikle ön beyin bölgesinin alt kısmı (orbitofrontal korteks) daha çok duygusal işlemleme ile ilişkilidir (Barbas ve Hilgetag, 2002). Öte yandan, özellikle yaşanan kötü deneyimler sonucunda ergenlik döneminde karşılaşılan riskli durumların farkına varılması ve hatayı öngörme ve hatadan geri dönme beynin her iki yarım küresini birleştiren bağlantı kümesinin hemen üzerinde yer alan bölgenin (anterior singulat korteksin) işlevleriyle ilişkilidir (Holroyd ve Coles, 2002; van Veen ve Carter, 2002).

    Yukarıda sayılan ön beyin bölgelerinin bilişsel işlevlerdeki entegrayonu sağlama görevi dışında aynı zamanda duygular, dikkat ve davranışı da düzenleme görevleri vardır. Bu bölgelerdeki bağlantılar ağının özellikle ergenlik yıllarında gelişiyor olması bu yıllarda pek çok ergende normal olarak gözlenen duygusal ve davranışsal dalgalanmaları ve bu yıllarda artış gösteren ruhsal sorunların gelişme riskini açıklayabilir. Bu bölgeler aynı zamanda hormonlardan da belirgin şekilde etkilenir. Yakın zamanlarda yapılan hayvan çalışmaları erken gelişim dönemlerinde bu bölgelerde gerçekleşen kısmi hasarlanmaya bağlı işlevsel sorunların ergenlik dönemindeki yeniden modellenme ile kısmen düzelebileceğini göstermiştir (Francis ve ark., 2002). Bu bulgular özellikle ergenlikte hızlanan beyin yapılarının yeniden şekillenmesi (nöroplastisite) sayesinde ergenlik döneminin bir taraftan da bir onarma ve yenilenme fırsatları dönemi olduğuna işaret eder. Ancak bu onarma ve yeniden yapılanma sınırlıdır. Genetik altyapı bu değişim dönemindeki gelişimin temel belirleyicisidir ve erken dönemdeki sorunların etkileri tümüyle ortadan kalkmaz, bu değişimlerle uyumlu yeni alternatif işlevler gelişir (Nelson ve ark., 2002). Diğer taraftan da ergenliği erken çocukluk dönemine (0-3 yaş) benzer şekilde kritik dönem olarak görmek yanlış olmaz.

    Ergenlik döneminde dikkat çeken fizyolojik değişimlerden biri de uyku işlevlerinde görülen değişimdir. Uyku tüm memeli türleri için kaçınılmaz önemi olan yaşamsal bir işlevdir. Aslında uykunun temel işlevleri halen gizemini korumaktadır. Uykunun özellikle erken yaşlarda büyüme ve gelişme ile ilişkisi belirgindir. Hemen her yaş döneminde sinir ve kas sisteminin dinlenmesi ve yenilenmesi ve uzun süreli bellek işlevleri için temel zaman dilimidir. Öte yandan, pek çok kurama göre uyku sayesinde psikososyal stres etmenlerinin ve aktif sorunların bilinçdışı olarak -ya da rüyalar aracılığıyla bir miktar farkında olarak-gözden geçirilmesi, uygun kararlar alınmasına zemin hazırlanır.

    Uyku düzeni gelişim sürecinde oldukça belirgin bir değişim gösterir. Örneğin erken çocukluk döneminde günün yarısından fazlası uykuda geçirilir. Benzer şekilde, erken çocukluk döneminde tüm uykunun yarısından fazlası REM uykusudur. REM uykusu özellikle uykunun son evrelerinde artan göz hareketlerinin gerçekleştiriği, hatırlanan rüyaların görüldüğü evredir. Yaşlandıkça REM uykusunun miktarı azalır ve %20’lerin altına düşer. Ergenlik sürecinde uyku ile ilgili en dikkat çekici değişimler gün içi uyku isteğinin artması ve günlük uykuya yatma ve uyanma döngüsündeki (sirkadyen ritm) kaymadır. Sirkadyen ritmdeki kayma daha geç yatma ve daha geç kalkma yönündedir. Davranışsal ve duygusal değişimler açısından pek çok özelliği ergenlik dönemine benzeyen dikkak eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan ergenlerde ilginç olarak uyku ile ilgili değişiklikler daha belirgindir. Bu ergenlerde gün içi uyku ihtiyacı daha fazladır ve daha geç yatıp, daha geç kalkma eğilimi gösterirler.



    Ergenlikte hormon değişiminin beyindeki etkileri nelerdir?

    Hormonların beyin işlevleri üzerine olan etkisi anne karnındayken başlar ve yaşam boyu devam eder. Bunlar işlevi (aktivasyonel) ya da yapıyı (organizasyonel) değiştiren etkiler olabilir (Arnold ve Breedlove 2004). İşlevi değiştiren etkiler kısıtlı ve geçici işlevsel değişiklikleri ifade eder (ör, adet dönemlerinde gözlenen davranış değişiklikleri). Yapıyı değiştiren etkiler ise özellikle anne karnında iken belirgindir ve yakın dönem çalışmalar ergenlik döneminde de anne karnında olduğu gibi yapısal değişiklikler olduğunu savunmaktadır (Arnold ve Breedlove 2004).

    Yakın dönemlerde yapılan çalışmalar erinlik ile ilgili gelişimin başlangıcından ve düzenlenmesinden GPR-54 adlı bir geni sorumlu tutmaktadır (Seminara ve ark. 2003). Erinlik, orta beyinde yer alan hipotalamus ve hipofiz adlı bölgelerde başlayarak böbrek üstü bezlerine uzanan ve oradan da eşey organlarını etkileyen (hipotalamo-pitiüter-adrenal-gonadal aksta) cinsiyet hormonlarının salınımının hızlanması ile başlar. Artmış hipotalamo-pitiüter aks yanıtının çocuk ve erişkinlik döneminde de psikiyatrik sorunlarla ilişkili olduğu bildirilmektedir (Birmaher 2001). Pek çok çalışma tükürük ve idrarda bu aksın bir ürünü olan kortizol hormonu düzeyinin ergenlik döneminde arttığını belirtir. Bu sonuçlar kortizolün gelişimsel olarak yükseldiğini düşündürmektedir. Ek olarak, artmış kortizol düzeylerinin korku, utangaçlık ve kaçınma ile; düşük kortizol düzeylerinin ise aşırı sinirlilik ve davranım bozuklukları ile ilişkili olabileceğine yönelik çalışmalar bulunmaktadır (Goldsmith ve Lemery 2000, McBurnett ve ark. 2000).



    Ergenlikte beyin yapılarındaki cinsiyet farklılıkları nelerdir?

    Giedd ve ark.’na (1997) göre bazı beyin bölgelerinin (her iki kaudat hacmi ve sol globus pallidus) hacmi erkeklerde kızlara oranla daha fazla azalma göstermektedir. Bu yapılardaki hacim azalması erkeklerde dürtü kontrolünün daha yetersiz olması ile ilişkilidir. Öğrenme ve bellekle ilişkili beyin bölgeleri olan hipokampus ve amigdalanın hacimleri cinsiyetler arasında farklar gösterir. Kızlarda hipokampus hacmi, erkeklerde ise amigdala hacmi daha fazladır. Hipokampus ve amigdala hacimlerindeki bu farklılık Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu, Tik ve Tourette Bozukluğu ve erken başlangıçlı Obsesif Kompulsif Bozukluk gibi nöropsikiyatrik bozukluklarla ilişkili olabilir (Çelik ve ark., 2008). Bütün bu bozukluklar erkeklerde daha sık görülmektedir. Kızlarda ise amigdala hacmindeki azalmaya bağlı olarak kaygı ve duygudurum bozuklukları tüm ergenlik dönemi boyunca daha sık görülmektedir. Kızların erinlik dönemine erkeklerden daha erken girmelerine benzer olarak beynin yapısal olgunlaşması da yine kızlarda daha erken başlamaktadır. Erkek ergenlerde sol beyin yarımküresi sağdan göreceli olarak daha büyük boyutlarda olup beyin hacmi genel olarak kızlardan fazladır (Çelik ve ark., 2008). Yine ergen erkeklerde beyin kabuğunun altında yer alan (subkortikal) beyin yapılarında hacim olarak artma olup erken erişkinliğe kadar eşit oranda bir azalma devam eder. Bu değişiklikler kızlar ve erkeklerin olumsuz dış etkenlerden etkilenme düzeyleri ve farklı yetenekleri geliştirme becerileri açısından farklılıklarını açıklar.

    KAYNAKLAR

    Arnold AP, Breedlove SM (2004) Organizational and antirational effects of sex steroids on brain and behavior: A reanalysis. Hormones & Behavior, 19: 469-498.

    Barbas H, Hilgetag CC (2002). Rules relating connections to cortical structure in primate prefrontal cortex. Neurocomputing, 44–46, 301–308.

    Birmaher B, Heydl P (2001) Biological studies in depressed children and adolescents. Int J Neuropsychopharmacol, 4:149-157.

    Bjorklund DF (1999). Children’s thinking: Developmental function and individual differences. Belmont, CA: Wadsworth.

    Byrnes JP (2003) Cognitive Development durin Adolescence. Blackwell Handbook of Adolescence içinde. Ed: Adams GR, Berzonsky MD. 227-246

    Çelik G, Tahiroğlu A, Avcı A (2008). Ergenlik Döneminde Beynin Yapısal ve Nörokimyasal Değişimi. Klinik Psikiyatri;11:42-47

    Dahl RE (2005) Adolescent Brain Development: A Framework for Understanding Unique Vulnerabilities and Opportunities. University of Pittsburgh Medical Center.

    Donald, M. (2001). A mind so rare: The evolution of human consciousness. New York: Norton.

    Francis, D. D., Diorio, J., Plotsky, P. M., & Meaney, M. J. (2002). Environmental enrichment reverses the effects of maternal separation on stress reactivity. Journal of Neuroscience, 22,7840–7843.

    Fuster JM (2000). The prefrontal cortex of the primate: A synopsis. Psychobiology, 28, 125–131.

    Giedd JN, Castellanos FX, Rajapakse JC ve ark. (1997) Sexual dimorphism of the developing human brain. Prog Neuropsychopharmacol Biol Psychiatry, 21:1185-1201.

    Goldsmith HH, Lemery KS (2000) Linking temperamental fearfulness and anxiety symptoms: A behavior-genetic perspective. Biol Psychiat, 48:1199-1209.

    Holroyd CB, Coles MGH (2002). The neural basis of human error processing: Reinforcement learning, dopamine, and the error-related negativity. Psychological Review, 109, 679–709.

    Keating DP (2004). Cognitive and Brain Development. Handbook of Adolescent Psychology 2nd Edition içinde. Ed: Lerner RM, Steinberg L. Wiley pub. 45-84

    McBurnett K, Lahey BB, Rathouz PJ ve ark. (2000) Low salivary cortisol and persistent aggression in boys referred for disruptive behavior. Arch Gen Psychiatry, 57: 38-43.

    Nelson CA, Bloom FE, Cameron JL, Amaral D, Dahl RE, Pine D (2002). An integrative, multidisciplinary approach to the study of brain-behavior relations in the context of typical and atypical development. Development and Psychopathology, 14, 499–520.

    Rilling JK, Insel TR (1999). The primate neocortex in comparative perspective using magnetic resonance imaging. Journal of Human Evolution, 37, 191–223

    Seminara SB, Messager S, Chatzidaki EE ve ark. (2003) The GPR54 gene as a regulator of puberty. New Eng J Medicine, 349:1614-1627.

    van Veen V, Carter CS (2002). The anterior cingulate as a conflict monitor: fMRI and ERP studies. Physiology and Behavior, 77, 477–482.




    Dr. Koray Karabekiroğlu


  • En iyi 1024x768 çözünürlükte görüntülenir... Türkçe Anasayfa English Home Page
    Bu sitede yer alan yazıların her türlü yayın hakkı Dr. Koray Karabekiroğlu'na ait olup; kendisinden Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre yazılı izin alınmadan söz konusu yazıların herhangi bir bölümü veya tamamı iktibas edilemez veya herhangi bir usul ile çoğaltılamaz. Kaynak göstermek ve bilimsel kurallara riayet edilmek kaydı ile alıntı yapılması mümkündür.

    Çocuk ve Hayat üzerine her şey için tıklayın

    Web sitesi: Koray Karabekiroglu