Türkçe English

Hastalık ve Hastaneye Yatışın Çocuk Üzerine Etkisi nedir?

“Her şeyin başı sağlık” sözü hepimizin çok iyi bildiği bir deyiş olsa da, çoğumuz hastalanmadan pek de aklımıza getirmeyiz, “iyi” olmadan hiçbir şeyin eskisi kadar tatlı olamadığını, bir kez hasta olmadan ya da çok yakınımızdaki biri ciddi bir hastalık yaşamadan gerçekten anlayamayız. Bir de kendimizden çok sevdiğimiz çocuğumuz hastalandı mı, bir de elimizden bir şey de gelmiyorsa, tek düşüncemiz ve temennimiz onun tekrar sağlığına kavuşması oluverir. Çocukta ortaya çıkan ciddi bir hastalık, hem çocuğun hem de ailenin yaşam düzenini ve hayatı algılayışını belirgin ölçüde değiştirebilmektedir. Bu durum hastalığın doğrudan kendisinin değiştirdiği biyolojik işlevler ve bunların ruhsal yansımaları ile, öte yandan “hasta olmanın” getirdiği yeni rollerin paylaşılması aracılığıyla şekillenmektedir.

Aslında genel düşüncenin aksine, çocuklarda her hastalık ve hastaneye yatış ruh sağlığında bozulmalara neden olmaz. Bu etkide zorlanma ve sıkıntının düzeyi, bireysel özellikler ve çocuğun gelişim aşaması belirleyici rol oynar. Çocuğun bilişsel olgunluğu arttıkça hastalığı kavraması artacaktır. Etkin destek ve yaklaşım için çocuğun gelişim düzeyini ve duygularını bilmenin yanı sıra, hastalıkla ilgili inançları da incelenmelidir. Bir örnek vermek gerekirse, Jean Piaget’nin kuramına göre; somut işlemler döneminden itibaren (7-11 yaş) çocuk, hastalık yapan nedenleri, gerçekçi neden-sonuç ilişkileri kurarak anlamaya başlar. Daha öncesinde, örneğin beş yaşından önce, çocukların mikrop kavramını anlayamadıkları ortaya konmuştur. Hastalığın süresi ve etkileri arttıkça ruhsal sonuçları daha belirginleşir. Özellikle küçük çocuklar, hastalığın nedeni kendilerine anlayabilecekleri düzeyde anlatılmadıkça, durumu kendi gelişim düzeyleri ve bireysel deneyimlerine göre açıklama eğilimindedirler. Özellikle okul öncesi yaşlarda, neden cansız varlıklar olarak da görülebilir ve genellikle hastalığın daha önce yaptıkları kötü bir davranış nedeni ile kendilerine verilmiş bir ceza olduğunu düşünme eğilimindedirler. Kişisel deneyimler ve eğitimin içeriği suçluluk duygularının düzeyini etkiler.

Hastalık ve hastaneye yatmanın çocuk üzerindeki en temel sonuçlarından biri de “regresyon”, yani yaşından küçük davranmadır. İlginin artması, bakımın başkaları tarafından verilmeye başlaması, özellikle küçük çocuklarda, yeni kazanılmış yeteneklerin zayıflamasına daha hızlı neden olmaktadır. Parmak emme, yatak ıslatmaya başlama sık görülen regresif belirtilerdendir. Öte yandan, yatakta daha fazla zaman geçirme ve hastalığa bağlı olarak fiziksel gücün azalması, çocuklarda sık kullanılan bir dürtü boşalım yöntemi olan hareketliliğin engellenmesine ve sıkıntıların giderilmesinde farklı yöntemlere başvurma gereksinimin doğmasına yol açar. Ergenler hastalık ve hastaneye yatırılmaya kendilerine özgü bazı farklı tepkileri de gösterirler. Fiziksel görünüm ve otonominin zarar görmesi, ergenlerde en önemli sıkıntı kaynakları olmaktadır. Akran gruplarından ayrı kalmak, “hasta” ve bu yüzden beğenilmeyen biri olmak, ergenlerin öfkesini artırır ve depresif bir duyguduruma yöneltebilir. Onlara yardım edilmesi, bakım verilmesi, regresyon ve tekrar çocuk olma şeklinde algılanır ve ergeni korkutur, bu nedenle çoğu ergen hasta olduğunda yardım talebinde bulunmaz.

Hemen her yaş döneminde çocuk veya ergenle hastalığın nedenleri ve sonuçları üzerine konuşmalı, yardım taleplerini, sıkıntılarını ifade etmelerine ve sorularını sormalarına olanak verilmeli, gerçekçi bir ümit ortamı sunulmalı ve tedavi ekibine ve ailesine güvenin artırılabilmesinin yolları aranmalıdır.



Çocukta ölümcül bir hastalık varsa, psikolojik açıdan nasıl yaklaşmalıyız?

Günümüzde ölümcül hastalıklarda yaşam süresi uzamıştır ve buna bağlı olarak hastalıkların getirdiği etkilerin süresi ve yoğunluğu ve aynı zamanda psikolojik etkileri belirginleşmiştir.

Çocukların Ölümü Bilişsel Olarak Algılamaları

Beş yaşından küçük çocuklar hastalığı sıklıkla bir ceza gibi algıladıklarından, hastalığın niteliği ve sonuçlarından çok, anne babasının sevgisini kaybedip etmediği, onlardan ayrılıp ayrılmayacağı konusunda kaygı duyarlar. Uygulamaların acı vereceğinden korkarlar. Altı ile dokuz yaşları arasında yaşam, hareketle eş tutulur. Yani suskun, sessizce yatan bir insan ölmüş sanılabilir. Bu yüzden hastalıkları ile ilgili sessizlik ve konuşmama hali, şaşırtıcı bir şekilde, onlarda hastalığın ölümcül olduğu düşüncesinin oluşmasına neden olmaktadır. On yaşından daha büyük çocuklar ölüm kavramını erişkinlikte anlaşıldığına benzer bir şekilde anlamaya başlarlar. Ancak, erken ergenlik döneminde sözel olarak kaygıları ifade etme yolunu pek kullanmazlar, onun yerine resimlerde, yazılarında korkularını, endişelerini yansıtırlar.

İki yaşına kadar çocuklar ölümü bir ayrılık olarak algılar ve ayrılık kaygısı yaşar. Üç ile beş yaşlarında çocuk, ölümü geri dönülecek bir gidiş gibi algılar ve kendi kötü davranışı sonunda ölümün bir ceza olarak verildiğini düşünür. Altı yaşından itibaren çocuklar ölümün geri dönülmezliğini anlamaya başlarlar. Ancak 10 yaşlarına kadar kendilerinin öleceğini pek kavrayamazlar. Daha sonraki yaşlarda evrensel bir durum olduğu ve bir nedene bağlı olarak gerçekleştiği kavranır, ergenlikle birlikte çocuk ölümü bir erişkine benzer şekilde soyut bir biçimde kavrar. Çocuğa hastalığının ölümle sonuçlanabilecek bir hastalık olduğunun söylenmesinin hiçbir yararı ve gereği yoktur ancak, hastalık ve ölümle ilgili kaygı, korku ve fantezilerini konuşmak, kendine özgü simgesel dışa vurum yollarıyla hastalığına ilişkin duygularını aktarmasına fırsat tanımak uygun bir yaklaşım olacaktır.

Hastalığın alevlenme evreleri sıklaşıp uzadıkça, hastalık ilerledikçe, çocukların ölümle ilgili kaygı ve korkuları artar. Bu evrede, çocukların umut gereksinimlerini görmezden gelmek kadar, onları asılsız açıklamalarla oyalamak da aynı oranda yanlıştır. Büyük yaştaki çocuklar ve ergenlerin ölümcül hastalık karşısında yadsıma, bağımlılık geliştirme, regresyon gibi savunma düzenekleri geliştirdikleri görülmüştür. Ancak yaş büyüdükçe bu savunmalar yetersiz kalmakta ve ergen “neden ben”, “ne yaptım da başıma bu hastalık geldi” düşünceleri ve öfke içine girerler. Zaman zaman bu öfkeyi sağlık personeli, anne babaları gibi başkalarına yansıtmaktadırlar. Kanserli çocuklarla yapılan projektif testlerde, çocukların daha çok yalnızlık, belirsizlik, ayrılık, öfke, izolasyon, korku, engellenme, üzüntü ve ölüm temalarını işledikleri, okul ve mesleğe geçişle ilgili kaygılara değindikleri saptanmıştır. Tüm bunların yanında aile bireyleri zaman zaman ölümle ilgili kendi kaygılarını ve düşüncelerini çocuklarına projekte ederler (yani onların öyle düşündüğü düşüncesine kapılırlar). Bu sebeple annebaba ile psikiyatrik destek görüşmeleri yapmak, onların inançlarını ve duygularını anlamak ve onlara duygularıyla yapıcı bir şekilde baş etmelerine yardımcı olmak çoğu zaman gerekli olabilmektedir.

Doktorlar tüm eğitimlerini yaşatmak için alırlar, ölüme hazırlanmak ve ölüm fikrine alışmak hiçbir zaman kolay değildir. Ancak unutmamalıdır ki “ölüm” yaşamın birinci temel gerçeğidir.


Dr. Koray Karabekiroğlu


En iyi 1024x768 çözünürlükte görüntülenir... Türkçe Anasayfa English Home Page
Bu sitede yer alan yazıların her türlü yayın hakkı Dr. Koray Karabekiroğlu'na ait olup; kendisinden Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre yazılı izin alınmadan söz konusu yazıların herhangi bir bölümü veya tamamı iktibas edilemez veya herhangi bir usul ile çoğaltılamaz. Kaynak göstermek ve bilimsel kurallara riayet edilmek kaydı ile alıntı yapılması mümkündür.

Çocuk ve Hayat üzerine her şey için tıklayın

Web sitesi: Koray Karabekiroglu