Türkçe English


SUÇA SÜRÜKLENEN ÇOCUKLAR


Toplumsal Bir Sorun- Çocuk Yaşta İşlenen Suçlar

Çocuk ve ergenlerin suça sürüklenmesi oldukça önemli bir toplumsal sorundur. Erken yaşta uygun psikososyal müdahaleler çocukların suça sürüklenmesini önleyebilir. Bu yazıda çocukların suça sürüklenmesine neden olan etkenler Dr. Ahmet Şenses'in Tıpta Uzmanlık Tezi’nden alıntılanmıştır.



Dr. Ahmet Şenses- Uzmanlık Tezi: "Hırsızlık suçuna sürüklenmiş çocuk ve ergenlerin psikiyatrik tanı dağılımları ve psikometrik özellikleri

Çocuk ve genç suçluluğu tüm ülkelerde olduğu gibi ülkemizde içinde önemli bir sorundur. Son yıllarda başta mala karşı işlenen suçlar olmak üzere, tüm suç alt türlerinde artış olduğu görülmektedir.

Çocuk suçluluğunda, aile, okul, yaşanılan çevre, göç, sosyoekonomik durum gibi sosyodemografik özellikler, psikiyatrik hastalıklar ve nöropsikolojik özelliklerin etkili olduğu bilinmektedir.

Suç, evrensel ve genel bir olaydır. Suç tarihin en eski devirlerinden itibaren var olmuştur ve ileride de var olmaya devam edecektir. İnsanların güçlü istekleriyle birlikte toplum halinde yaşamanın ortaya çıkardığı çeşitli sosyal çelişkiler, uyumsuzluklar bulundukça suç da var olacaktır. Suç bir bakıma, bazı kişilerin davranışları ve tutumları ile bunların içinde yaşadıkları grupta yerleşmiş davranış örnekleri ile arasında bir çelişkidir.

Platon antikçağda suçu, ruhun bir hastalığı olarak düşünmüştür. Bunlar, tutkular, haz arama alışkanlığı ve bilgisizliktir. Bu nedenle Platon, suçlunun aydınlatılarak iyi edilmesini öngörmüştür. Aristoteles, suçluları toplum düşmanı olarak kabul eder ve onların acımasızca cezalandırılmalarının gerektiğini savunur. Aristoteles, suç işlemenin nedenlerini, yoksulluk, devrim gibi toplumsal koşullarda bulur. Hipocrates, toplumsal koşulların yanı sıra, beden yapısı ile kişilik ve suç arasındaki ilişkilerden yola çıkarak bir suçlu profili tanımlamıştır (Sürücü, 2002). 18. yüzyılın başlangıcından itibaren suç fikri lâikleşmeye başlamış, suçun zarar veren kişi ile toplum arasındaki ilişkilerde aranması gerektiği fikri ortaya çıkmış ve bu düşünce kısa bir süre içinde yaygınlaşmıştır. Gelişme, bazı yazarlarca, rasyonel bir suç kavramına yönenilmesi olarak ifade edilmiştir. Suç fikrinin rasyonelleşmesinin asıl anlamı başta devletin, tekel bir yetkinin sahibi olarak suçları belirlemek ve ceza vermek hakkını elinde tutması, daha doğrusu eline almasıdır (Dönmezer, 1994). Durkheim’e göre “suç kolektif bilincin kuvvetli ve belirmiş tutumlarını ihlâl eden fiillerdir”. Thomas ve Znaniecky eserinde sosyal psikoloji yönünden meseleyi almak suretiyle şöyle bir tarif vermektedir: “Suç kişinin kendisini mensubu saydığı grupta, varlığı toplum dayanışması ile çelişki gösteren fiildir” (Znaniecky, 1957).

Çocuk Suçluluğu

Çocuk kavramının tarihsel gelişimi incelendiğine, modern anlamdaki çocuk ve çocukluk terimlerine Ortaçağ’da rastlanmaktadır. O dönemde beş-yedi yaşlarındaki çocuklar bebek olarak tanımlanıyor, bunun dışındakiler ise yetişkin dünyasından ayrı bir çocuk dünyası dile getirilmiyordu. Suçlu çocukların korunması ve çocuk mahkemeleri fikrinin ortaya çıkmasında ise aydınlanma çağı düşünürleri, sosyal hukuk akımı ve ceza hukuku alanındaki ekollerin rolleri büyük olmuştur. Aydınlanma çağında çocuğun doğuştan kötü olduğu yolundaki ortaçağ düşüncesi terk edilmiş, çocuğun ne iyi ne de kötü olarak doğduğu, içinde yaşadığı çevrenin etkisiyle suça ya da erdeme yöneldiği kabul edilmeye başlanmıştır (İçli, 1994). Bunların ışığında, hem toplumların hukuklarında hem de ülke birliklerinin imzaladıkları sözleşmelerle çocukların korunmaları ile ilgili yasalar kabul edilmiştir.

Türkiye’nin de altına imza attığı Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, çocukların çeşitli tehlikelere karşı korunması, başka bir ifadeyle yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarının onların yüksek yararları gözetilerek güvence altına alınması konusunda 4058 Sayılı Kanun’la onaylanmış ve alanla ilgili iyileştirme çalışmalarının başlatılması taahhüt edilmiştir (İçli, 1994).

Çocuklarla ilgili alınacak her türlü karar ve uygulamada çocuk için en iyi ve doğru olanın ve çocuğun yüksek yararının gözetilmesini esas alan Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda onaylanarak, 02 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ülkemiz söz konusu sözleşmeyi 14 Eylül 1990 tarihinde imzalamış, 09 Aralık 1994 tarihinde 17, 29 ve 30. Maddelerine T.C. Anayasası ve Lozan Antlaşması hükümleri çerçevesinde çekince koyarak kabul etmiştir (Güller, 2003).

Türk Ceza Kanunu, çocukların ceza sorumluluğunu 31. maddede düzenlemektedir. Bu maddeye göre üçlü bir ayırım öngörülmüştür. Fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur, bunlar hakkında ceza kovuşturması yapılamaz. Ancak çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir. 12 yaşını doldurmuş, 15 yaşını doldurmamış çocuğun işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması halinde ceza sorumluluğu yoktur. 15 yaşını doldurmuş, 18 yaşını doldurmamış çocuklar için suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde on dört yıldan yirmi yıla, müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde on iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların yarısı indirilir ve bu halde her fiil için verilecek hapis cezası sekiz yıldan fazla olamaz (Kaya, 2006).

Ayrıca Türk Ceza Kanunun 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu (ÇKK) ile de korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocukların korunmasına, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasına ilişkin usul ve esaslar düzenlemektir. Bu kanunun temel amaçları ise:

a) Çocuğun yasama, gelişme, korunma ve katılım haklarının güvence altına alınması,

b) Çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi,

c) Çocuk ve ailesinin herhangi bir nedenle ayrımcılığa tâbi tutulmaması,

d) Çocuk ve ailesi bilgilendirilmek suretiyle karar sürecine katılımlarının sağlanması,

e) Çocuğun, ailesinin, ilgililerin, kamu kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği içinde çalışmaları,

f) İnsan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usul izlenmesi,

g) Soruşturma ve kovuşturma sürecinde çocuğun durumuna uygun özel ihtimam gösterilmesi,

h) Kararların alınmasında ve uygulanmasında, çocuğun yasına ve gelişimine uygun eğitimini ve öğrenimini, kişiliğini ve toplumsal sorumluluğunu geliştirmesinin desteklenmesi,

i) Çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler ile hapis cezasına en son çare olarak başvurulması,

j) Tedbir kararı verilirken kurumda bakım ve kurumda tutmanın son çare olarak görülmesi, kararların erişmesinde ve uygulanmasında toplumsal sorumluluğun paylaşılmasının sağlanması,

k) Çocukların bakılıp gözetildiği, tedbir kararlarının uygulandığı kurumlarda yetişkinlerden ayrı tutulmaları,

l) Çocuklar hakkında yürütülen işlemlerde, yargılama ve kararların yerine getirilmesinde kimliğinin başkaları tarafından belirlenememesine yönelik önlemler alınması şeklinde düzenlenmiştir.

Resmi sayılara bakarak ülkemizde gençlik suçluluğun gelişmiş ülkelerdeki oranlara varmadığı söylenebilir. Ülkemizde 1937 yılından 1960’ların ortalarına kadar yapılan çalışmalarda şahsa karşı işlenen suçların, mala karşı işlenen suçlara göre daha fazla olduğu görülürken, ancak son zamanlarda mala karşı işlenen suçların diğer suçların önüne geçtiği görülmektedir. Ancak polis ve mahkeme kayıtlarına geçmeyen gizli kalmış ya da kovuşturulmamış suç oranının da yüksek olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte toplumumuzda, büyük kentlerdeki sürekli artışa karşın, gençlik suçluluğu büyük boyutlarda değildir. Köylerde geleneksel kız kaçırma, kan davası suçları azalarak sürmekte, kentlerde ise hırsızlık ilk sıralarda yer almaktadır. Yücesan’ın çocuk suçluluğu üzerine yapmış olduğu çalışmada 2000 ile 2005 yılları arasındaki çocuk suçluluğu değerlerinin arttığı görülmüştür (Yörükoğlu, 2000).


Çocuk Suçluluğunu Açıklayan Kuramlar ve Çocuğu Suça İten Nedenler

Sosyolojik Yaklaşımlar

Bireyin doğumundan ölümüne kadar hayatını içinde geçirdiği sosyal çevreler, onun kişiliğinin oluşumu ve bu kişiliğin dışarı yansımasında oldukça önemlidir. İnsanlar içinde bulundukları sosyal çevreden etkilenen ve bu çevreyi etkileyebilen varlıklardır. Birey iyi ve kötü, güzel ve çirkin gibi temel davranış kalıplarını içinde bulunduğu sosyal çevreden öğrenir (Kart, 2003) Ferri’ye göre Suç, suçlu ve sosyal çevreden oluşmaktadır. Suçlular hakkında yalnız önlem almak yeterli değildir, çevrenin etkilerini de ortadan kaldırmak gerekmektedir (Balo, 1995).

Suç problemine sosyolojik yönden yaklaşım uygulaması, 19. yy başlarından itibaren yavaş yavaş ortaya çıkmıştır. Toplum bilim, bilimsel bir disiplin olarak gelişirken, suçu insanın davranışlarının sosyal kökenlerine dayandıran izahlara bağlamaya çalışmıştır. Sosyal öğrenme teorileri, suçun ve suçlu faaliyetle ilgili normların, değerlerin ve davranışların bir ürünü olduğu tezine dayanır ve Gabriel Tarde’nin görüşlerini köken almıştır. 19. yüzyılın sonlarında Gabriel Tarde, o dönemde popüler olan Lombroso’nun biyolojik anormallik teorisini reddetmiş, suçluların normal kişiler olduklarını ve suçu diğer yasal davranışlar gibi öğrendiklerini iddia etmiştir. Tarde’nin tezine göre, bireyler bir elbise modelini kopya eder gibi davranış kalıplarını taklit ederler. Bu durumda taklit belli bir kalıp içinde gerçekleşir.

1. Bireyler diğerlerini, onlarla temaslarının yoğunluğu ve sıklığı oranında taklit ederler.

2. Alt düzeyde olanlar üst düzeyde olanları taklit ederler. Taklit eğilimi, köyden şehre ve alt sınıftan üst sınıfa doğrudur.

3. İki davranış çatıştığında biri diğerinin yerini alabilir. Çocukların kendi kişiliğini oluşturma süreçlerinde rol model olarak alma davranışının çok olması bu teoriyi haklı çıkarmaktadır (Balo, 2004).

Öğrenmede Sosyopsikolojik Teoriler

Metron, 1938’de çocuk suçluluğuna farklı bir sosyolojik açıklama getirmiş, suçluluğu “toplumsal karmaşa (anomi)” kavramına dayandırmıştır. Eğer bir toplumdaki kültürel ve sosyal yapının bütünleşmesi kötü olmuşsa, yani kültürel yapının istediği davranışları, sosyal yapı engellemişse, bunu anomiye, yani normların yıkılmasına, karmaşaya doğru bir gidiş takip edecektir.

Shaw ise çocuk suçluluğunun çeşitli özelliklerini incelemek ve etkenlerini saptamak amacıyla yaptığı çalışmasında en yüksek suçluluk oranının, şehrin konut koşullarının kötü, fakirliğin yoğun ve nüfus hareketliliğinin hızlı olduğu kesimlerde bulunduğunu açıklamış ve çocuk suçluluğunu sosyal düzensizliğe bağlamıştır. Suçluluğu sosyo-kültürel yönden açıklamaya yönelik bir diğer teori Sutherland’ın geliştirdiği Ayırıcı Birleşmeler teorisidir. Bu teoriye göre, suçlu davranış toplumu düzenleyen kurallar gibi bir arada bulunan bireyler arasında öğrenmeyle aktarılmaktadır (Tartar, 1993).

Eysenck’in Doğrudan Doğruya Öğrenme Teorisi’ne göre, suçta genetiğe vurgu yapar, çünkü kişinin suça eğilimli bir karaktere sahip olması kalıtımsaldır. Ancak, kişinin sosyalleşmesindeki iki önemli gerçek söz konusudur: Ödüllendirme ve cezalandırma; ödüllendirme suretiyle davranışların pekiştirilir; cezalandırma ile ise, bunların istenmediği ifade edilir; bu şekilde, olumsuz davranışların tekrarlanması azalır. Hareketlerin sonuçlarının hemen görülmesi, sonra ortaya çıkandan daha etkilidir. Bu nedenle ceza, sonra verildiğinden anti-sosyal davranıştan caydırıcı etkisi pek fazla değildir. Buna karşılık, çocuklukta, istenmeyen davranışları ebeveyn veya öğretmenin hemen cezalandırması, daha etkili olur ve çocuk anti-sosyal davranışı, “hoş olmayan” bir tepkinin izlediğini öğrenerek, bir şekilde şartlanır (Sokullu, 1999).

Çocuk suçluluğunu sosyal çatı altında açıklamaya çalışan diğer bir teori sosyal kontrol teorileridir. Sosyal kontrol teorileri, bütün insanların suçlu davranışda bulunma potansiyeline sahip olduğunu, ancak korku ve sosyal zorlamaların çoğumuzu hukuka uyan vatandaşlar olarak tuttuğunu iddia etmektedir.

Sosyal kontrol teorilerinin birincisi, Walter Reckless’in, Sınırlama Teorisi’dir. Reckless, sınırlandırmayı iç ve dış sınırlama olmak üzere ikiye ayırır. İç sınırlamalar, gelişmiş bir süperego, sosyalizasyon sürecinde normların içselleştirilmesi, yüksek hoşgörü düzeyi, dış sınırlandırmalar ise, içinde yaşanılan toplum ya da sosyal grup tarafından korunmuş normlar ve yasaklardır. Reckless’in çalışmaları deney ve gözleme dayanmadığı için eleştirilmiştir.

Çocuk suçluluğu ile ilgili üzerinde en çok çalışılmış teorilerden birisi Travis Hirschi’ye ait Sosyal Bağ teorisidir. Ona göre, kişiyle içinde yaşadığı toplum arasında sosyalizasyon sürecinde oluşan bir sosyal bağ vardır. Bu bağ zayıfladığı ya da koptuğunda, bireyler üzerindeki toplumun sosyal kontrolü kalkar ve her birey potansiyel bir suçlu haline gelebilir. Hirsch’in bu teorisi, suçun herhangi bir sınıfa mahsus olmayıp herkesin suç işleyebileceği şeklindeki yaklaşımıyla çocuk suçluluğunun açıklamasında önemli bir yer tutmaktadır.

Diğer bir sosyal teori ise, suç ve çocuk suçluluğunun açıklamasında en önemli teorilerden biri olarak görülen Etiketleme Teorisi ’dir. Bu teoriye göre, suç eylemin bir niteliği değil, dışarıdan bakanların o eylemi nasıl değerlendiğidir. Etiketlemenin büyük bölümünü, yasa ile düzen güçlerini temsil eden ya da başkalarının geleneksel ahlakı üzerine tanımlamalar getirebilen insanlar tarafından gerçekleştirir. Örneğin, pek çok çocuk, başkalarının bahçelerine girer, meyve çalar ya da okuldan kaçar. Varlıklı bir semtte bunlar, anne babalar, öğretmenler ve polis tarafından, masum çocuk oyunları olarak görülebilirken, yoksul bölgelerde çocuk yaştaki hırsızlık eğilimleri diye görülebilir. Bir kez çocuğun boynuna suça eğilimli etiketi asıldı mı, ona suçlu damgası vurulur. Birey bu durumda giderek suça daha fazla itilir ve geleneksel toplumsal uzlaşmalara giderek daha çok yabancılaşırlar. Etiketleme süreci ve bu süreç sonunda oluşabilecek mahkûmiyetin, şüphe altında olma, iş bulma zorlukları, toplum dışına itilme, kendine olan saygı ve güvenin yitirilmesi, etiketlenmeye tepki, etiketlenmeyenlere tepki, kutsal konuma gelme gibi sonuçları vardır. Etiketleme teorisi de, deneysel olarak yeterince kanıtlanmadığı, çocuğun kaçıncı suçta etiketlendiğini düşündüğünün göreceli olduğu, bazı çocukların etiketlendiğini düşünürken neden bazılarının düşünmediğini açıklamada yetersizlikler bulunduğu gibi eleştiriler almıştır (Senem, 2008).

Bir başka sosyal teori de Çatışma Teorisi’dir. Bu görüşe göre, kapitalist sistem, farklı sınıflardaki gençleri etkilemektedir. En alt sınıftaki gençler, bu sistem içinde başka bir seçenekleri olmadığından, kendilerini gecekondu bölgelerindeki çetelerde bulmaktadırlar. Kapitalizmin doğal nitelikleri olan, insanların birbirine yabancılaşması, aralıksız bir yarış içinde çabalamak, ilgisizlik ve duyarsızlık, orta sınıf çocuk suçluluğunu oluşturmaktadır. Çatışma teorisyenleri, sınıfsız bir yapı olan sosyalist toplumlarda görülmeyeceğini iddia etmişlerdir (Kart, 2003).

Ayrıca çatışma teorisi özellikle etnik azınlıklar, yabancılar ve göçmenler gruplar için suçu açıklar. Buna göre, göçmen kiş, birisi anavatanı ve diğeri yaşadığı ülke olmak üzere iki kültür, yani norm sistemi arasındadır. Her ne kadar, göçmenin temel kişiliği anavatanındaki sosyalleşme vasıtasıyla kural olarak oluşmuşsa da, göçmen geldiği ülkenin norm ve standartlarına daha çok yaklaşmak ihtiyacını da duymaktadır. Çünkü kişi, ancak bu şekilde yeni bir sosyal kimlik bulacaktır. İşte çatışma, birbirine karşı olan iki sistemin kültürel norm ve standartlarının dışarıda bırakılmalarının sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Gerçekten de, yabancı bir kültür sitemine gelen kişi, orada hâkim değer sistemiyle karşılaşmakta ve onun normlarına kendi özel daralmış şartları altında karşı koymaktadır. O halde kültür çatışması kavramından, kültürel ve sosyal değerler, amaçlar ve normlar bakımından zihniyet ve düşüncelerin çatışması anlaşılmaktadır (Demirbaş, 2001).

Ailenin Çocuk Suçluluğuna Etkileri

Ailenin etkisi çocuk doğmadan başlayarak, gelişim yıllarının ilk yıllarından ömrünün sonlarına kadar devam etmektedir. Aile için, bireyin dünyaya ilk gelmesinden sonra zorlu ve karmaşık dünyaya adım atacağı ilk kurumdur. İnsan toplumsal bir canlıdır ve toplumsallaşmanın ilk temelini de ailede atar. Çocuklar pek çok ihtiyacını aileden sağlamaktadırlar. Bu ihtiyaçlar genel olarak; bakım, beslenme, sevgi, ilgi, eğitim, kültürel ve sosyal değerlerin kazandırılmasıdır. Aileyi meydana getiren bireyler arasındaki uyum ve sağlıklı ilişkiler, çocuğun psikososyal gelişiminde ve gelecekte sağlıklı bir birey olmasında önemlidir (Yavuzer, 1993).

Çocuk bu kurum içinde model alma, özdeşleşme, kendisine yöneltilen tavır ve davranışlar, uygulanan disiplin yöntemleri yoluyla kişilik özellikleri kazanmakta ve dolayısıyla aile içi şiddettin çeşitli biçim ve boyutlarının, çocukların davranışları, kişiliği ve suça itilmesinde önemli etkileri olabileceği düşünülmektedir (Tekin, 1993).

Glueck'lar, 200 suçlunun % 95’inin ailesinin çocuklarına verdiği disiplinin dengesiz biçimde ya çok sert ya da çok yumuşak olduğunu saptamıştır. Ayrıca, 500 suçlu, 500 suçlu olmayan gruplar üzerinde yaptıkları araştırmada, suçlu grup ailelerindeki annelerini % 96, babaların da % 94 oranında çok sert ya da çok yumuşak disiplin uyguladıkları, buna karşılık, suçlu olmayan grupta bu tür disiplin uygulamalarının anne oranının % 66, baba oranının da % 65 olduğunu bulmuşlardır (Yavuzer, 1993).

Araştırmacılar, aile ve suçluluk arasındaki ilişkinin incelenmesinde aileye ilişkin iki ana etken üzerinde özellikle durulmaktadır. Bunlardan birincisi parçalanmış aile, ikincisi ise ana baba çocuk ilişkileridir. Ölüm, boşanma, ayrılık ya da terk gibi nedenlerle aile bütünlüğünün bozularak ana babadan birinin ya da her ikisinin birden olmaması durumu “parçalanmış aile” olarak tanımlanır. Parçalanmış aile tek başına suç nedeni olmamakla birlikte, araştırmalar, suçlulukla parçalanmış aile deneyimi arasında ilişkiler olduğunu desteklemektedir.

Okulun Çocuk Suçluluğuna Etkileri

Çocuğun aile ile başlayan toplumsallaşma süreci, okul ve arkadaş çevresi ile devam etmektedir. Bu süre zarfında verilen öğretimin yanında, alınacak eğitim, bireyin gelişimi ve kişilik oluşumunda önemli katkıları olacaktır. Victor Hugo, ‘Bir okulun yapılması bir hapishanenin kapanması demektir.’ sözü ile eğitimin özellikle suçun engellenmesinde önemine işaret etmiştir (Yavuzer, 1986). Okul, eğitim ve öğretimle çocuğa geniş bir ufuk, çok boyutlu düşünme imkânı sağlar ve kişilik gelişimini destekler. Çocuk genellikle, eğitimine paralel olarak, güzel ve doğru karar verebilme fırsatını bulur. İstisnalar dışında, çocuğun eğitimi ve öğretimi ilerledikçe suçtan adım adım uzaklaştığı da unutulmamalıdır (Ok, 1989).

Akran Gruplarının Çocuk Suçluluğuna Etkileri

İlk çocukluk dönemi ile başlayan arkadaşlık, çocuğun okula başlamasıyla daha da genişler. Çocuk zamanının büyük bir kısmını arkadaş grubu ile geçirir. Bu grup içerisinde kendini değerlendirir ve arkadaşlarının saygı ve beğenisini kazanmak için grubun tutum ve davranışlarını en üst düzeyde yapmaya çalışır. Bu özellik ergenlik döneminde daha da belirginleşir (Polat, 2006). Ergenin bir grup tarafından kabul görmesi; onun kimliğini bulabilmesinde, toplumda yer edinebilmesinde geçireceği aşamalar için gereklidir. Bu çağ ergenin hem toplumsal nitelik kazandığı, hem de kişiliğini kazandığı bir arayış dönemidir. Bu arayışın özünde topluma uyum sağlama isteği ve onay görme gereksinimi yatmaktadır. Toplumsal uyumun ölçüsü ise, bireyin çevresindeki kişilerle ilişkiler kurup sürdürebilmesi, grup çalışmasına katılabilmesi, yapıcı olması, sorumluluk yüklenebilmesi ve birlikte yasamın getirdiği kurallara uyabilmesidir. Bu, zamanla oluşan bir süreçtir (Ulak, 1993). Bu anlamda arkadaş grubunun ergen üzerinde etkisi büyüktür. Genç kendini grubun oluşturduğu kurallara uymak zorunda hissetmektedir. Kişi, grubun davranışı yanlış bile olsa dışlanma korkusu ile gruba uyma yoluna gidecektir. Bundan dolayı yetersiz aile ilişkileri olan çocuklar, özellikle çete gruplarına kendilerini daha çok ait hissederek, olumsuz davranışları grubun kurallarına uymak adına rasyonelleştireceklerdir (Sutherland, 1947).

Ekonomik Durumun Çocuk Suçluluğuna Etkileri

Çocuğu suça iten önemli nedenlerden biri de ailesinin ekonomik durumudur. Yoksulluk da yaşamın yanlış değerlendirilmesine yol açabilir. Yoksul bir ailenin çocuğunun aile dışında toplumsal önyargılarla karşılaşma olasılığı fazladır. Çocuk ailesinin sırtındaki yükü hafifletmek için küçük yaşta çalışıp para kazanmak zorunda kalabilir. Söz konusu koşullarda yaşayan bir çocuk, durumu kolaylıkla yanlış değerlendirip üstünlüğe götüren yolun para kazanmak olduğunu düşünebilir (Adler, 2003).

Kentleşme ve Göçlerin Çocuk Suçluluğuna Etkileri Tönnies, Durkheim, Burkley, Tarde gibi bilim adamları şehirleşmenin suçu artırdığı kanaatine varmışlardır. Şehirleşme ile sosyal kontrol mekanizması işlevini yitirmektedir. Genellikle suçun köy ve küçük şehirlere göre büyük şehirlerde daha fazla işlenmekte olduğu saptanmıştır. Şehirleşmeyle özellikle cebir şiddet suçları azalırken mala yönelik suçlar artmaktadır. Büyük şehirlerde kazanç sağlayan mala yönelik suçlar için olanaklar ve suçların gizli kalma olasılığı daha fazladır.

Bireysel Nedenler

Biyolojik Yaklaşımlar (Suçun Fiziki Ve Biyolojik Yanı)

Fiziki Coğrafya (Ekolojik Görüş)

Kartografik (coğrafi) suçu sosyal koşulların gerekli ifadesi olarak görmekle beraber, coğrafi faktörlerin de suçlu davranış üzerinde etkilerinin olduğunu ileri sürmektedir. Bu faktörler, iklim (sıcaklık, nem, barometrik basınç), topograf, doğal kaynaklar ve yerleşimdir. Bu yaklaşım, bazen ekolojik görüş olarak da belirtilir (İçli, 2004).

Fiziki çevrenin kriminolojik önemi, esaslı olarak ülkenin iklimi bakımından, hava ve mevsimler üzerine araştırılmıştır. Quetelet, Guerry de Champneuf, Lombroso, Feri, Aschaffenburg ve diğerleri, Fransa, İtalya ve Almanya’da mala karşı suçların soğuk yerlerde ve kışın artmasına karşın, sıcak yerlerde ve sıcak aylarda kişilere karşı suçların daha sık olduğu istatistiksel olarak ortaya koymuşlardır (Demirbaş, 1994).

Psikanalitik Teoriler

Bilişsel Gelişim Teorileri

Psikososyal Teori

Suçu Antisosyal Kişilik Bozukluğuna Dayandıran Görüşler

Sonuç olarak son dönem çalışmalarında suça itilen çocuklar arasında en fazla birlikte görülen bozukluklar dikkat eksikliği hiperkativite bozukluğu, madde kullanımı, ve davranım bozukluğudur (Dembo ve ark., 2007) Ayrıca depresif bozukluk, distimi, bipolar bozukluk, psikotik bozukluk, panik bozukluk, ayrılık anksiyetesi, aşırı kaygı, yaygın anksiyete bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk gibi bozukluklarda karşımıza çıkmaktadır.

Madde Kötüye Kullanımına İlişkin Çalışmalar:

Yasa dışı maddelerin tamamının pazarlandığı önemli bir grup genç nüfustur. Çocuk ve ergen, kendisine sunulan madde teklifini geri çevirebilecek bir davranış repertuarına, henüz ruhsal gelişimini tamamlamadığı için sahip değildir ya da bunu yaparken oldukça zorlanır, bu nedenle madde ve alkol kullanımı açısından çocuk ve ergen büyük risk taşımaktadır (Oral, 2005).

İstismar Çalışmaları

Suça itilen çocuklar da aile içi şiddet sorgulandığında %17,9’u sözel şiddetin, %21,5’i fiziksel şiddetin varlığını, büyük oranda bu şiddetin kendilerine uygulandığını bildirmişlerdir. Buna göre ailesinde şiddet olan çocuklarda daha yüksek oranda davranış problemleri ve sosyal beceri eksikliği görülmektedir. İstismar özellikle saldırganlık ve suça eğilim gibi dışa yönelim sorunlarında artış artışa neden olmaktadır (Ovacık, 2008).


Yeniden Derneği- Suç ve Ergenlik ile ilgili kaynaklar için tıklayınız.


Dr. Kültegin Ögel- Suç ile ilgili raporlar için tıklayınız.

Detaylar için "Yazar: Ahmet Şenses" olacak şekilde Tez Sorusu yapınız



En iyi 1024x768 çözünürlükte görüntülenir... Türkçe Anasayfa
Bu sitede yer alan yazıların her türlü yayın hakkı Dr. Koray Karabekiroğlu'na ait olup; kendisinden Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre yazılı izin alınmadan söz konusu yazıların herhangi bir bölümü veya tamamı iktibas edilemez veya herhangi bir usul ile çoğaltılamaz. Kaynak göstermek ve bilimsel kurallara riayet edilmek kaydı ile alıntı yapılması mümkündür.

Çocuk ve Hayat üzerine her şey için tıklayın

Web sitesi: Koray Karabekiroglu